Haber Merkezi
Mersin Tabip Odası Yönetim Kurulu, 17 günlük kapanmadan sonra açıklanan normalleşme takvimini değerlendirdi.
Oda hizmet binasında yapılan açıklamayı okuyan Oda Başkanı Dr. Mehmet Antmen, tam kapanma sırasında açıklanan planlama çalışanlarının sadece yüzde 17'yi kapsamadığını anımsatarak, zorunlu olmayan üretime yönelik çarkların dönmesinden bir an bile vazgeçilmemesini eleştirdi.
“Hatta salgın fırsata çevrilmiş, bazı sektörlerde çarkların daha hızlı dönmesinin yolu açılmış, emek sömürüsünün derinleştirilmesi ve örgütlülüğüne yönelik saldırılara hız verilmiştir” diyen Antmen, “Kamu çalışanlarının yalnızca bir kısmı evde tutulurken özel sektör çalışmaya devam ettirilmiş, çalışma ortam ve koşullarına ilişkin hiçbir önlem alınmamıştır.
“ESNAF DESTEĞİ, HAYAL KIRIKLIĞI”
Gündelik gelirle yaşayan insanlar eve kapatılıp, küçük esnafın işyerleri kapanırken sermaye güçlerinin üretim çarklarına dokunulmamış, dün açıklanana paket ile bir milyon yüz bin civarında esnafa bir defaya mahsus üç bin TL, 235 bin civarında esnafa da yine bir defaya mahsus beş bin TL ödenmesi kararı alınmıştır. Aylardır siftah yapamayan esnafa layık görülen bir defaya mahsus üç bin TL ciddi hayal kırıklığı yaratmıştır.
COVID-19 pandemisinde alınan tüm önlem ve uygulamaların temel amacı bulaş zincirini kırmak olmalıdır. Pandemiden çıkışın anahtarı ise etkili ve güvenli aşıların yaygın ve hızla uygulanmasındadır. Peki kapanma döneminde bu şartlar yerine getirilmiş midir? Kesinlikle hayır!..” dedi.
“AŞILAMA İÇİN ACİLEN HAREKETE GEÇİLMELİ”
Ülkede acilen harekete geçerek etkililik düzeyi en az yüzde 70-80 olan aşıların toplumun mümkün olan en geniş kesimine hızla uygulaması gerektiğini dile getiren Antmen, “Ancak aşı programının bu şekilde devam etmesi halinde toplumsal bağışıklık için gerekli aşılı nüfus oranına yakın tarihte ulaşılamayacağı açıktır.
Aşılama süreci ile toplumsal bağışıklığa ulaşana kadar, virüsün toplumda yayılımının sınırlanması ve bulaşmanın önlenmesi için etkili stratejiler geliştirilmeli, önlemler doğru ve güvenilir veri ve bilgilere dayanmalıdır. Ancak Türkiye'de COVID-19 ile ilgili veriler iktidarın tekelinde tutulmakta, şeffaf ve epidemiyoloji biliminin ilkelerine uygun veri toplanmadığı gibi sınırlı veriler de paylaşılmamakta, salgını değil algıyı yönetenler ülkeyi karanlıkta bırakmaktadır.
İŞTE YAPILMASI GEREKENLER
Virüsün toplumda yayılımının sınırlanması için acilen yapılması gerekenler şunlardır:
Riskli grupları kapsayacak yaygın tarama ile belirtisiz ama pozitif vakaların saptanması, pozitif vakalar ve temaslıların uygun kamusal olanaklarla toplumdan ayrılması, ekonomik ve sosyal destek verilmesi önceliklidir.
Riskli gruplar öncelikli olmak kaydı ile bağışıklama çalışmasına hız verilmesi de en az birincisi kadar önemlidir.
Ülkemize özgü veri bulunmamakla birlikte dünyada yapılan çalışmalar ve ülkemizdeki gözlemler ışığında, şu anda virüs en fazla kapalı alanlarda toplanma ve yeterli önlemlerin alınmadığı işyerlerinde bulaşmaktadır. Kapalı ortamda toplanma ağırlıklı olarak evlerde ve sosyal etkinliklerde (lebalep dolu kongreler, düğün, nişan, cenaze vb.) gerçekleşmektedir. Ayrıca, işyerlerindeki uygun düzenleme yapılmamış dinlenme alanlarında da bulaşmanın sık olduğu gözlenmektedir. Bu ortamlar genellikle küçük ve havalandırması yeterli olmayan alanlar olup (hemşire odası, doktor odası, öğretmenler odası, çay odası, yemekhaneler gibi) çok sayıda yetişkinin bir araya geldiği ortamlardır.
Salgın ile mücadelede toplumsal önlemlerde; uluslararası sağlık otoritelerince dile getirilen toplumsal önlemler için önemli olan birkaç hususun altını çizmekte yarar bulunmaktadır. Bunlardan ilki karar süreçlerinin şeffaf ve demokratik olması ve bilgiye dayalı bilimsel yaklaşımlarına göre şekillenmesidir. Yine toplumun bu kararları kabul etmesi için ikna edilmesi de yaşamsaldır.
İkinci olarak toplumsal önlemlerin güvenlikçi saiklerle uygulanması sorunludur. Topluma dayatılan, hakları yok sayan, çoğulcu olmayan, ayrımcı uygulamalar önlemden çok demokrasinin rafa kaldırılması ve insan hakkı ihlallerinin artması şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Üçüncüsü toplumsal önlemlerin ekonomik ve sosyal destek ile yaşama geçirilme zorunluluğudur. Ekonomik destek bağlamında gelir desteği, gıda-iletişim-elektrik-su-doğalgaz vb. gereksinimlerin sağlanması ve işçi ve köylülerin her türlü borçlarının ertelenmesi kritik önemdedir.
Dördüncü olarak toplumsal önlemler bütüncül olmalıdır. Toplumun önemli bir kısmının önlemlerden yararlanmaması bulaşın bu kesimlerde yoğunlaşmasına ve daha fazla bedel ödetilmesine yol açacaktır.
TOPLU YAŞAM ALANLARI SINIRLANMALI
Buna göre, sınırlamalar şu sırayı takip etmelidir: Toplu katılım olan ve özellikle kapalı ortamlardaki etkinliklerin ve toplantıların sınırlandırılması (düğün, cenaze, açılışlar, kongreler, eğlence ortamları), toplu yaşam alanlarının kısıtlanması (yurtlar, işçi yatakhaneleri vb.), kapalı ortamların sınırlandırılması, kapalı ortamlardaki kişi sayısı ve geçirilen sürenin kısıtlanması (fabrikalar, atölyeler vb.), toplu ulaşımdaki sınırlamalar, seyahat sınırlamaları (şehir içi, şehirlerarası ve uluslararası), zorunlu üretim dışında üretimin durdurulması, zorunlu üretime yönelik gereksinimlerin asgariye indirilmesi, üniversitelerde yüz yüze eğitimin sınırlandırılması, sokakta kalabalıklaşmanın sınırlandırılması, hane içinde kalabalıklaşmanın sınırlandırılması, tüm sınırlamalara rağmen vaka sayıları kontrol altına alınamazsa lise, ortaokul ve ilkokul ve okul öncesi sıralaması ile yüz yüze eğitimin sınırlandırılması tersi bir sıralama da kısıtlamaların kaldırılmasında izlenmelidir.
“BİR AY İÇERİSİNDE BAŞKA BİR PİK İLE KARŞI KARŞIYA KALMAMIZ KAÇINILMAZ”
Peki, 16 Eylül'deki İçişleri Bakanlığı genelgesinde bu sıra izlenmiş midir? Yine koca bir hayır!.. Günlük vaka sayılarının 10 binin üzerinde olduğu, günlük ölümlerin 250'ye yakın olduğu, aşılamada yüzde 12'lerde kalındığı bir ortamda bu salgınla baş edebilmek mümkün değildir ve en fazla bir ay içerisinde başka bir pik ile karşı karşıya kalmamız kaçınılmazdır.
İnsanların çalıştığı, yani işverenlerine ait olan zamanlarında dışarıda olmasına izin verilirken kendilerine ve ailelerine ait olan hafta tatillerinde eve hapsedilmeleri ancak ekonominin öncelendiği, insanın ötelendiği bir düzenin uygulaması olabilir.
Sağlık Bakanlığına ve hükümete bir kez daha sesleniyoruz; algıyı değil, salgını yönetin, ekonomiye ve turizme değil, insana ve sağlığa öncelik verin” diye konuştu.