HEDİYE EROĞLU
Doğu Akdeniz Çevre Platformu’nun (DAÇE), Mart ayında Mersin’de inşası devam eden Akkuyu Nükleer Santralinin durdurulmasına ilişkin Change.org üzerinden başlattığı imza kampanyası yeni gelişmeler üzerine güncellendi.
“Deprem Bölgesinde Nükleer Tehlikeyi Durdur” başlığıyla başlatılan kampanya için şuana kadar 11 bini aşkın imza toplanan ve 15 bin hedefinin aşılması hedeflenirken, Rusya tarafından gelen açıklamalara tepki olarak içerik güncellemesi yapıldı.
“TÜRKİYE AKKUYU İLE SİYASİ AÇIDAN DA RUSYA’YA BAĞIMLI HALE GELECEK”
Kampanya güncellemesinde; “Mersin’de inşaatı devam eden Akkuyu Nükleer A.Ş‘nin. CEO’su ve Yönetim Kurulu Başkanı Anastasia Zoteeva bir Rus kanalına verdiği röportajda Akkuyu Nükleer Santrali hakkında ‘Kendimiz için inşa ediyoruz. Bu nükleer santral Rusya’ya aittir” dedi.
Türkiye topraklarında Rusya’ya ait bir nükleer santral olmasını son derece sakıncalı buluyoruz. Türkiye bu santral ile enerjide olduğu kadar siyasi açıdan da Rusya’ya bağımlı hale gelecek.
“AKKUYU NÜKLEER SANTRALİ İNSANLIĞA KARŞI SUÇ NİTELİĞİNDE”
Üstelik Enerji Bakanı bunun bir Türk şirketi olduğunu ifade ederek son derece yanıltıcı ifadelerde bulundu. Oysaki Akkuyu NGS sermayesiyle, yönetimiyle tamamen Rus’lardan oluşmuş, Rus Devlet şirketi ROSATOM’un yönetiminde ve kontrolünde olan bir santraldir. Yanıltıcı açıklamalar bu gerçeği değiştiremez.
Türkiye ile Rusya arasındaki anlaşmaya göre; Akkuyu NGS şirketi yüzde 100 Rus Devletine ait olacak şekilde kurulmuştur. Rus’ların payı hiçbir zaman yüzde 51’in altına düşmeyerek yönetim ve mülkiyet kendilerinde kalacak ve kalan yüzde 49 hisseyi verip vermemek konusu da Rus’ların inisiyatifine bağlı olacaktır.
Üstelik bu nükleer tesiste meydana gelecek bir kaza sonucunda ‘üçüncü taraf sorumluluğu’ olarak Akdeniz ülkeleri olan Libya, Mısır, Tunus, Cezayir, Yunanistan, Fransa, İtalya, İspanya v.s.ye karşı tazminat sorumlusu Türkiye olacaktır.
Akkuyu Nükleer Santrali aktif fay hattı üzerinde olması, 31,9 C ile santrali soğutamayacak Akdeniz su sıcaklığıyla ve doğuracağı riskler nedeniyle (Uluslararası Ceza Mahkemesine 10.05.2023 tarihinde yaptığımız şikayet başvurusunda da belirttiğimiz gibi) insanlığa karşı suç niteliğindedir” denildi.