Haber Merkezi
Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası (Eğitim-İş) Mersin Şube Başkanı Yakup Tekin, 1 Mayıs ile ilgili yaptığı yazılı açıklamayla, “Sesimizi büyüterek, birleşerek, emeğin haklarını kazanacağız!” mesajı verdi.
1 Mayıs’ın, II.Enternasyonal’ın kararıyla ilk kez kutlandığı 1890 yılından bu yana, işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarına yönelik saldırılara karşı talepleriyle alanlara çıktığı, birlik, mücadele ve dayanışma duygularını en somut şekilde alanlara yansıttığı bir gün olarak tüm ülkelerde kutlandığını söyleyen Tekin, ancak bugün 1 Mayıs’ın, bayram olmaya her zamankinden daha uzak olduğunu kaydetti.
FAKİR DAHA FAKİR!
“Yanlış ekonomi politikalarıyla, hepimizin hakkı olan kaynakların iktidar yandaşlarına peşkeş çekilmesiyle, emekçi ve üretim düşmanı yönetim anlayışıyla gelinen noktada, Türkiye Cumhuriyeti halkının yüzde 90’ı Saray ve şürekâsını doyurmak için canla başla çalışmaktadır” diyen Başkan Tekin, hızla yoksullaşan ülkemizde orta sınıf kavramının yok olduğunu ve fakir ile zengin arasındaki uçurumun derinleştiğini vurguladı.
Nüfusun en düşük gelir grubunu oluşturan yüzde 20’lik diliminin toplam gelirden aldığı payın yüzde 5,9 olduğunu aktaran Tekin, buna karşın nüfusun en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubunun toplam gelirden aldığı payın ise yüzde 47,5 olduğunu söyledi.
“YOKSULLUĞUN AĞIRLIĞI ALTINDA EZİLMEKTEYİZ”
“Ev taksitini aratmayacak büyüklükte kiralar, marketlerde durmadan değişen etiketler, haracı aratmayacak hale gelen devasa vergiler, emekçilerin belini bükmüştür” diyen Yakup Tekin, “Tüm emekçi sınıfı gibi, eğitim emekçileri olarak bizler de sırtımıza yüklenen bu derin yoksulluğun ağırlığı altında ezilmekteyiz.
O yüzden bugün, bizler için bir bayramdan çok yaşadığımız cehennemi haykırmanın ve bize yaşatılan bu kabusa karşı sessiz kalmayacağımızı göstermenin günüdür.
EĞİTİM EMEKÇİLERİ GIDA MASRAFLARINI DAHİ KARŞILAYAMIYOR
Eğip bükmeye gerek yok; eğitim emekçisinin hali ortadadır: Sendikamızın araştırması ortaya koymuştur ki eğitim emekçilerinin yüzde 95’i ailesinin gıda masraflarını dahi karşılamakta zorlanırken, yüzde 65’i belli aralıklarla ailesinden borç almak durumunda kalmaktadır. Yani bu iktidar öğretmenin evine başı dik girebilme hakkını da çalmıştır. Kredi ve kredi kartına batmış olmayan, daha aybaşında ay sonunu kara kara düşünmeyen tek bir eğitim emekçisi yoktur. OECD ülkeleri arasında öğretmene en az maaşın verildiği 6. ülke olan Türkiye’de bizlerin alım gücü, dizginlenemeyen enflasyon karşısında gün be gün erimektedir. Güvenceli çalışma, kadrolu istihdam bir hak olmasına rağmen öğretmenler ücretli, sözleşmeli, kadrolu adı altında kategorize edilerek, ayrıştırılarak sömürülmektedir. Hükümet aynı zihniyetle yıllardır kadrolu yardımcı personel, hizmetli ve memur ataması yapmayıp, çalışanlar üzerindeki iş yükünü arttırmış ve taşeron işçilerle, İŞKUR üzerinden sağlanan geçici çalışanlarla bu hizmetleri düşük ücret vererek sağlamaya çalışmıştır.
BİLİMSELLİKTEN UZAK, BASKICI POLİTİKALAR…
Son dönemlerde siyasi iktidarın liyakatsiz bir şekilde atadığı rektörler aracılığıyla, üniversiteler üzerinde bilimsellikten uzak, baskıcı politikalar uygulanmaktadır. Maaşları yoksulluk sınırının altına düşen akademisyenler, alanlarında bilimsel çalışmaları geliştirirken birçok zorluklarla karşılaşmaktadır. Birçok başarılı akademisyen, ekonomik sebeplerden dolayı üniversitelerinden ayrılmak ve yurtdışına gitmek istemektedir. Akademisyenlerimizin alanlarında kendilerini geliştirebilmeleri ve bilimsel çalışmalarını yapabilmeleri için daha çok ekonomik desteğe ihtiyaçları olduğu ortadadır.
“BU SÖMÜRÜYÜ KABUL ETMİYORUZ”
Bizler Başöğretmen’in eğitim neferleri olarak, Fakir Baykurt’un meslektaşları, yoldaşları olarak, TÖS’ün, TÖB-DER’in ruhunu mücadelesinde yaşatan Eğitim-İş olarak, bize reva görülen bu sefaleti, bu itibarsızlığı, bu sömürüyü kabul etmiyoruz.
Bu topraklara bir güneş gibi doğan Cumhuriyet’in gericilikle karartılmaya çalışılmasını, ırkçılığın, cinsiyetçiliğin iktidar tarafından hormonlanarak büyütülmesini, Cumhuriyet’in taşıyıcı sütunları olan laikliğin, sosyal devlet ilkesinin, adaletin azgın bir azınlıkça sistematik olarak saldırıya uğramasını, ‘Irmağının akışına ölürüm’ diye türkü söyleyenlerin, bu cennet vatanın taşını toprağını bile ranta çevirip yok etmesini, 100 yıl önce bu topraklardan men edilen tarikatların bugün örümcek ağı gibi ülkenin ve devletin dört yanını sarmasını, bu ülkenin geleceği olan çocuklarımızın laik, bilimsel, kamusal, adil eğitimden her geçen gün biraz daha uzaklaştırılmalarını kabul etmiyoruz!
Ve ant olsun ki sesimizi büyüterek, birleşerek kazanacağız. Biliyoruz ki kayayı parçalayan suyun şiddeti değil, sürekliliğidir; o yüzden bir an dinlenmeden, uslanmadan mücadele ederek kazanacağız. Kazanmak zorundayız ve kazanacağız!
Bu konudaki mecburiyetimiz, ancak Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün 26 Mayıs 1919’da Samsun Havza’da yaptığı konuşmayla izah edilebilir: ‘Şimdi çukurun kenarındayız. Son bir cüret belki bizi kurtarabilir. Zaten geri dönmek imkanı da yoktur’.
Geri dönmeyeceğiz, Kazanacağız arkadaşlar! Kazanacağız! Yaşasın Eğitim-İş!!! Yaşasın 1 Mayıs!!! Yaşasın haklı mücadelemiz!!!” diye konuştu.